ÜÇÜNCÜ DOĞU AVRUPA ARAŞTIRMALARI KONGRESİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ

 

Uluslararası Doğu Avrupa Çalışmaları Platformu’nun yürütücüsü ve kurucularından Prof. Dr. Yücel Öztürk ve ev sahibi Uluslararası Balkan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Dursun Erdem’in açılış konuşmalarıyla başlayan kongre, bir buçuk  gün sürdü. Ardından iki günlük geziler yapıldı. Prof. Dr. Yücel Öztürk’ün Açılış Konuşması şöyle idi:

 

Sayın Büyükelçi, sayın Tarih Kurumu Başkanı, sayın Rektör, sayın katılımcılar; kongreyi takip etmek üzere burada bulunan sayın misafirler; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlarım.

Uluslararası Doğu Avrupa Araştırmaları Platformu’nun düzenlediği üçüncü kongre vesilesiyle bir aradayız.  “PIEES” kısa adıyla zihinlere yerleşmiş olan platformumuz ilk kongresini Kamianets Podilski Milli Üniversitesi, ikincisini Kiev Taras Sevchenko Üniversitelerinin ortaklıkları ve ev sahiplikleriyle gerçekleştirmiştir. Şimdi, üçüncü kongremizi Uluslararası Balkan Üniversitesi’nin ortaklığı ve ev sahipliği ile gerçekleştirmek üzere bir aradayız.

Saygıdeğer bilim insanları, faaliyetlerini bütünüyle akademik çalışmalara yoğunlaştırmış olan PIEES, Doğu Avrupa milletlerinin tarihlerini çalışma alanı olarak seçmiş akademisyenleri bir araya getirmekte, Doğu Avrupa tarih, kültür ve medeniyetlerine odaklı kongreler, sempozyumlar, paneller, çalıştaylar düzenlemektedir. Kuruluş aşamasında dergi çıkarmayı da hedeflemiş olan platformumuz, Uluslararası Doğu Avrupa Çalışmaları Dergisi’ni (JIEES) bilim camiasına kazandırmıştır.

Değerli bilim insanları, özellikle balkanlarda ve Doğu Avrupa’da ortaya çıkan yeni ulus devletlerinin alt yapısını oluşturan tarihsel süreç, ne yazık ki son yüz yılların yarattığı dağılmalar, ayrışmalar, kin ve düşmanlıklar ile doludur. Bu süreç Doğu Avrupa uluslarının birbirine yaklaşması, siyasi, ilmi ve medeni ilişkiler kurmasında ciddi bir engel teşkil etmektedir. Asırların oluşturduğu ön yargıların ortadan kaldırılarak sağlıklı ilişkilerin kurulmasının önünün açılması, öncelikle akademisyenlerin başarabileceği bir iştir. PIEES yapılanması, bu alana akademik açıdan azami ölçüde katkı yapmayı amaç edinmiştir. 

Henüz Üçüncü yılını idrak etmekte olan platformumuzun kat ettiği mesafe şahsımız açısından gayet tatminkâr düzeydedir. PIEES Türk ve yabancı akademisyenler arasında yakın ilgiyle karşılanmış ve desteklenmiştir. Kurumlaşma istikametindeki gelişmemiz ümit vericidir. Ukrayna ile Türkiye arasında zaten var olan kültürel ve akademik işbirliğinin platformumuz sayesinde daha da ileriye gitmiş olduğunu gözlemlemekteyiz. Halen en üst düzeyde irtibat ve iletişim halinde bulunduğumuz ülke Ukrayna’dır. Kuzey Makedonya, Kosova, Bosna Hersek, Arnavutluk gibi Müslüman nüfusun yaşadığı ülkelerle iletişimde bir sıkıntı yaşamadığımızı belirtebilirim. Türkoloji biliminin neredeyse Türkiye seviyesinde gelişmiş olduğu Macaristan, Polonya ve Romanya ile iletişim kurmakta da bir zorluğumuz yoktur. Ancak, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan gibi Doğu Avrupa ve Balkanların en önemli üç ülkesi hakkında aynı değerlendirmeyi yapamayacağım. Platformumuz bu üç ülke ile tamamen akademik düzeyde iletişime geçme amacı ve kararlılığını sürdürmekte, bu anlayış doğrultusunda her çabayı göstermeye hazır bulunmaktadır. Gelecek kongremizin Yunanistan’da gerçekleştirilmesi için görüşmelere şimdiden başlamış bulunuyoruz. Bahsettiğim konularda bizlere yardımcı olacak herkese minnettarlık duyarız.

PIEES, kuruluş aşamasından itibaren Türk Tarih Kurumu’nun desteklerine mazhar olmuş, bu destekler sayesinde ileriye yönelik planlar yapabilmiştir. Söz konusu destekler sayesinde yabancı ülke katılımcılarını davet edebiliyor, Türkiye’den uzman hocaları gönül rahatlığı ile kongremizde ağırlayabiliyoruz. Türk Tarih Kurumu’na, bu güzide kurumun saygıdeğer başkanı Profesör Refik Turan hocamıza   huzurlarınızda teşekkürü borç bilirim. Aynı çerçevede gerek Balkan Üniversitesi, gerek Türk Tarih Kurumu ile iletişimimizi sağlayan, kongrenin planlanması ve koordinasyonunda tecrübe ve fikirleriyle önümüzü açan değerli arkadaşımız Profesör İbrahim Tellioğlu’na kalbi teşekkürlerimizi sunarız.

Bizi burada ağırlayan Uluslararası Balkan Üniversitesi’ne samimi teşekkürlerimizi sunmak isterim. Sayın rektör Mehmet Dursun Erdem, mevcut kongrenin önemini takdir eden, gerçekleştirilmesinde hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan tutumuyla   moral kaynağımız olmuştur. Kendilerine hususi teşekkürlerimi arz ederim.  Doçent Dr. Şener Bilalli,  kongre organizasyonunun her aşamasında bizimle birlikte olan kişidir. Bu değerli kardeşimize de içten teşekkürü borç bilirim. Sempozyumla ilgili tüm duyurularımızı Makedonca’ya çeviren, PIEES sekreteryasının Türkiye dışındaki ayağını temsil ederek sempozyumun yürütülmesini sağlayan Seyhan Murtezani İbrahimi’ye fedakarca çalışmalarından dolayı gönül dolusu teşekkürler ediyoruz. 

Sakarya Üniversitesi Türkiyat Araştırmalarının temsil ettiği katılım çerçevesinde,  Sakarya Üniversitesi rektörlüğünün yapmış olduğu katkıları belirtmeden geçmek vefasızlık olur.  Kongre ile ilgili tüm basın yayın işlerinin yürütülmesi için üniversitenin imkânlarını bize açan sayın rektör Fatih Savaşan’a huzurlarınızda teşekkür etmek isterim.

PIEES’in planlama, fikir üretme, strateji belirleme faaliyetlerinde en önemli güç kaynağımız olan, Mustafa Öztürk, Nuri Kavak ve Orhan Kılıç’a; sempozyumumuza katılarak bizleri onurlandıran her biri sahasında evrensel ölçekte başarı sahibi duayen ve emektar hocalarıma, genç akademisyen katılımcılarımıza saygı ve sevgilerimi sunarım. Bu vesileyle, ani bir hastalık nedeniyle uçağa binemeyecek derecede rahatsızlık geçiren kardeşimiz Profesör Orhan Kılıç’ın bir an önce sağlığına kavuşmasını temenni etmekteyiz.

Her aşamada PIEES’in mutfağında olan, planlama, yürütme, koordinasyon işlerinde kendilerine düşen işleri yürüten PIEES ekibine,  PIEES sekreteryasına huzurlarınızda teşekkürü bir borç bilirim. Hiçbir karşılık beklemeden PIEES’in teknik kurumsal yapılanmasını sağlayan Tufan Turan’a, iletişimini sağlayan Sema Aktaş Sarı’ya, yabancı dil ile ilgili işlerini yetkinlikle yürüten Mehmet Kerim’e, web tasarım ve teknik düzenlemelerini fedakarlıkla yürüten Erim Vatansever’e sevgilerimi sunarım.

Uluslararası Balkan Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mehmet Dursun Erdem, kongrenin önemine değindi, kongrelerin tarihçiler üzerindeki etkilerini analiz eden uzun irticali bir konuşma yaptı. Erdem, kongrelerin yalnız bilgi alışverişine imkân veren etkinlikler değil, aynı zamanda tarihçilerin araştırma sahalarını bizzat gözlemlerini sağlayan önemli araçlar olduğu üzerinde durdu. Tarihçinin teorik araştırmaları yanında araştırma alanlarını bizzat görmesinin önemine işaret eden Erdem, kongre heyetini ve katılımcıları kutladı, bu etkinliklerin devam etmesinin önemine işaret etti.

 

 

 

            PIEES’in kurucularından ve duayenlerinden Mustafa Öztürk Hoca büyük nezaketle kongre değerlendirmesini üstlendi. Mustafa Öztürk Hoca’nın kongre ile ilgili tespitleri:

 

 

ÜÇÜNCÜ DOĞU AVRUPA ARAŞTIRMALARI KONGRESİNİN ARDINDAN

 

Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK*

            Giriş

Platformun resmi sitesindeki genel bilgilerde görüldüğü gibi, 2017 yılında bir grup gönüllü meslektaşımız tarafından kurulan Uluslararası Doğu Avrupa Çalışmaları Platformu (Platform of International Eastern European Studies) Ukrayna’da düzenlediği iki uluslararası kongreden sonra hızla çalışmalarına devam etmektedir. Bilimsel ve sosyal yönleriyle bütün hazırlıkları, büyük bir fedakârlıkla yapan, Prof. Dr. Yücel Öztürk ile Prof. Dr. Nuri Kavak ve ekibinin gayretleriyle yürütülen Uluslararası Üçüncü Doğu Avrupa Kongresi, 10-12 Ekim 2019 tarihleri arasında Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin başkenti Üsküp’te Uluslararası Balkan Üniversitesinin ev sahipliğinde icra edildi. Burada Kongrenin düzenlenmesinde en başından son güne kadar her hususta büyük emek veren bütün meslektaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. Millî gururumuz olan ve yurt içinde veya yurt dışında bilimsel toplantılara her zaman destek veren Türk Tarih Kurumu, Kongremize çok önemli destek sağlamıştır. Kurum Başkanı Sayın Prof. Dr. Refik Turan Hocamıza, şahsım ve Kongre adına şükranlarımı arz ediyorum.

Kısa bir zaman geçmesine rağmen gerek yapılan üç Kongre ve gerekse Platformun bilimsel yayın organı olan ve ilk sayısı yayımlanan Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi (JIEES) ile bu hususta ne kadar isabet kaydedildiği görüldü. Gerçekten meslektaşlarımızın malûmu olduğu üzere, ülkemizde Doğu Avrupa araştırmaları çok azdır, bu araştırmalar kurumsallaşmamış, sınırlı sayıdaki hamiyetli ve gayretli meslektaşlarımızın şahsi gayretleri ile önemli çalışmalar yapılmış ve yapılmaktadır. O halde Doğu Avrupa çalışmaları, sadece Türk tarihçiliği açısından değil, genel tarih alanında da bizlere yeni ufuklar açacak mahiyettedir.

Tarihçiliğimizin önemli eksikliklerinden birisi, tarihi sadece Türk tarihi zaviyesinden görmemiz ve çalışmalarımızın büyük bir kısmını bu alana hasretmemizdir. Aslında bunda garipsenecek bir hal yoktur, her milletin önce kendi tarihini merak etmesi ve araştırması gayet tabiîdir. Ama unutmamak lazımdır ki, tarihimiz sadece bir aile içinde geçen bir süreç gibi kendi aramızda geçen bir hadise değildir. Her milletin tarihi, mutlaka komşu ülke ve halklarıyla uzun tarihî bir süreçte etkileşim ve mücadele içinde geçmiştir. Öyleyse münasebette bulunduğumuz halkların tarihleri de bizi birinci derecede ilgilendirir. Dünya tarihinde, Türkler kadar esas coğrafyalarından çıkarak bilinen eski dünyada gitmedikleri kıta, bölge, münasebet kurmadıkları bir millet yoktur. Dikkat edilirse aslî coğrafyamız olan bugünkü Moğolistan’da Türk yoktur. Onun için dünyada en çok alfabe değiştiren ve bilinen bütün dinlere intisap eden başka bir millet de yoktur. Kısaca atlarımızın sulanmadığı nehir, basmadığı toprak yoktur.

Bu gerçekten hareketle tarih araştırmalarımızda ufkumuzu geniş tutup, genel dünya tarihine yönelmemiz gerekir. İlk planda, kadim coğrafyamız, komşu coğrafyalarda geçen ortak tarihimiz, kurduğumuz idarî, iktisadî ve sosyal düzen ile ilgili çalışmalara ağırlık verilmelidir. Hepimizin bildiği gibi, ülkemizde alan/ülke tarihçiliği, uzmanına ihtiyacımız vardır. Mesela; rahmetli Kurat’tan sonra bir Rusya tarihçimiz hâlâ yetişmedi. O dönemin bilgileri eskimiş olabilir, yeni kaynaklar ortaya çıkmakta, genç tarihçilerimiz Rusça öğrenmekte, dil bilen tarihçilerimiz yetişmektedir. Bizim gençliğimizde Üniversitede Rus Dilinde okuyan arkadaşlarımıza komünist gözüyle bakılırdı. Çince Bölümünde okuyan arkadaşlarımıza Maocu, Farsça okuyanlara Şah yanlısı, Arapça bölümünde okuyanlara ise mürteci gözüyle bakılırdı. Bu garip ama gerçekti. Oysa şimdiki imkânlar, bizim o tarihlerde hayal dahi edemeyeceğimiz boyutlara ulaşmıştır. Her şeyden önce demir perde yıkılmış, hayali dahi yasak olan Türk Dünyasında üniversiteler kurulmuş, öğrenci ve öğretim üyeleri oralarda görev yapmağa başlamışlardır. Bunlar çok kıymetli gelişmelerdir. Keza bir Alman, İngiliz, Fransız, İtalyan ve hatta Yunan tarihçimiz yoktur. Macarca bilenlerimiz birkaç meslektaşımızı geçmemektedir. Bu hususta da yeni nesil tarihçilerimizin yetiştirilmesi, öğrencilerin ülke ve bölge uzmanlığına yönlendirilmesi büyük önem arz etmektedir.

Öte yandan bu çalışmalar, bölge üniversite ve akademisyenleriyle bilimsel işbirliklerinin kurulmasına esas olacaktır. Karşılıklı işbirlikleri, bilimsel çalışmalar ve geliştirilecek sosyal ilişkiler, ülkeler arasındaki siyasî ilişkilerin bilimsel temellere oturtulmasını, bir takım ön yargıların giderilmesini sağlayacaktır. İnsan bilmediği ve cahili olduğu şeylerin düşmanıdır. Bu itibarla tanınmak ve tanıtmak, ilişkilerin kurulmasında çok önemlidir. Malûm olduğu üzere ülkeler arasındaki ilişkilerin gelişmesinin üç kademesi vardır. Birincisi, bilimsel, eğitim ve kültürel kademe, ikincisi, iktisadî ve üçüncüsü siyasî kademedir. İlk ikisi olmadan siyasî ilişkilerin sağlıklı olarak kurulması çok zordur.

İşte Uluslararası Doğu Avrupa Çalışmaları Platformu, tarihçiliğimizin konu bakımında zenginleşmesinin önünü açmaktan ve genç meslektaşlarımızı teşvik etmekten öte, ülkeler arasındaki ilişkilerin kurulmasında ve geliştirilmesindeki ilk kademeyi yerine getirmektedir. Hiçbir arka plan hesabı olmadan tamamen bilimsel hedeflerle kurulan bu Platformun çalışmaları ve etkileri, göle atılan bir taşın yaydığı halkalar gibi, bütün Doğu Avrupa ve hatta ondan öte, bu alanı çalışan başka ülkelerdeki meslektaşlarımıza ulaşacak, böylece daha geniş işbirliklerini kurulmasına vesile olacaktır.

Kongre

Kongreye katılacak çoğu meslektaşımızla 8 Ekim günü İstanbul’da buluştuk ve 9 Ekim tarihinde birlikte Üsküp’e geçtik. Bazı arkadaşlarımız, programları gereği daha sonraki günlerde bize katıldılar.

 

İki gün sürecek olan Kongre, 10 Ekim Perşembe günü sabah Uluslararası Balkan Üniversitesinin salonlarında başladı. Platformun ana sayfasında program olduğu için burada tekrarlamak istemiyoruz. Program Kongre Başkanı Prof. Dr. Yücel Öztürk’ün açış konuşması ile başladı. Yücel, kongrenin kısa geçmişini, amaçlarını özetledi. Daha sonra Rektör Prof. Dr. Mehmet Dursun Erdem açış konuşmasını yaptı. Programda olmasına rağmen Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan, başka programının olması sebebiyle katılamadı. Açış konuşmalarından sonra Sakarya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden Emsele Bal ve Songül Ergün tarafından hazırlanan “Ateş ve Su” sanat sergisi açıldı. Bu sergi, Kongre programını zenginleştiren önemli bir sanatsal faaliyet oldu. Açılış oturumu büyük salonda yapıldı.

Öğleden sonra ve ertesi günü üç salonda devam eden programa toplam 53 tebliğ sunuldu. Kongreye Türkiye’nin dışında Kuzey Makedonya, Macaristan, Polonya, Ukrayna, Arnavutluk, İtalya, Kosova ve Katar’dan bilim adamları katılmıştı. Ev sahibi Kuzey Makedonya, 15 tebliğ ile Türkiye’den sonra en fazla katılımcı veren ülke oldu. Prof. Dr. Özer Ergenç, Prof. Dr. Orhan Kılıç, Prof. Dr. M. Beşir Aşan ve Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu hocalarımız özel mazeretleri dolayısıyla katılamadılar. Öte yandan Feridun Emecen, Yusuf Oğuzoğlu, Azmi Özcan, Hakan Kırımlı, Hikmet Öksüz, Nedim İpek, Enis Şahin, Behçet Kemal Yeşilbursa ve Mehmet İnbaşı gibi alanın ünlü hocaları ile hiçbir zaman bizi yalnız bırakmayan Ukrayna’dan Ferhat Turanlı’nın katılımları Kongremize güç katmıştır. Burada ismini sayamadığımız bütün katılımcılara şükranlarımı sunuyorum. Zira bilimsel toplantılar, bilim insanlarının katılımları ile mana kazanır.

Kongrenin ana konusu, Doğu Avrupa tarihinin kaynaklarının araştırılması, tespiti ve tartışılması idi. Gerçekten Kongre programında kaynaklar hususunda önemli tebliğler sunuldu. Bu bağlamda, Doğu Avrupa kaynaklarından Kırım Şeri‘yye Sicilleri, Osmanlı Arşivleri, Düvel-i Ecnebiye Defterleri, Ahkâm Defterleri, Askeri Tarih Arşivi, Hazar Hakanlığının Bizans kaynakları, Macar şehirlerine verilen Tatar Vesikaları ve Mühimme Defterleri gibi kaynak tahlil ve tanıtımına dair tebliğler önemli bir tutuyordu.  Öte yandan bölgenin idarî, iktisadî ve sosyal vaziyeti, kimlik, sancak idaresi ve tarih algısı hakkında da kıymetli tebliğler verildi. İkinci gün öğleye kadar süre oturumlardan sonra genel değerlendirme oturuma geçildi. Değerlendirme oturumu,  Prof. Dr. Özer Ergenç ve İbrahim Tellioğlu katılamadıkları için Mustafa Öztürk, Yücel Öztürk, Hikmet Öksüz, Maria Ivanics ve Hakan Kırımlı’nın katılımı ile yapıldı.

Değerlendirme oturumunda bütün konuşmacılar, bu platformun kurulmasının ve kongrelerin her bakımdan isabetli ve önemli olduğunu vurguladılar. Onun için kongrelerin ve ilk sayısı neşredilen derginin desteklenmesi ile bu çalışmaların devam ettirilmesi hususunda fikir birliği ortaya kondu. Önceki kongrelerde olduğu gibi CIEES 2019’un da bildiri kitapçığının yayınlanacağı ve yazılı bildirilerin katılımcılar tarafından ne zamana kadar gönderileceği hususunda bilgilendirme yapıldı. Bununla birlikte platformun dergisi JIEES’in Aralık sayısı için makale çağrısında bulunuldu. Böylece üçüncü Kongremiz başarılı bir şekilde sona ermiş oldu.

 

Geziler

Ohri Gezisi

Öğleden sonra boş zaman olduğu için, Kongre Sekreterliği, Ohri’ye gezi düzenlemişti. Hem bu gezi hem de Kongre sonrasındaki Priştine ve Prizren gezileri, isteğe bağlıydı. Çünkü programı uymayan, kongreden sonra hemen dönmek zorunda olan arkadaşlarımız vardı.

Öğleden sonra Ohri’ye hareket edildi. 170 km.lik Üsküp-Ohri yolu tamamen dağlık-ormanlık olup, harika bir manzara sunuyordu. Şahsen ilk defa Balkanlara gittiğimi itiraf edeyim, okuduklarımızı canlı olarak görmek ve hissetmek çok farklıymış. Üsküp’ten Ohri’ye kadar yolun sağında ve solundaki irili ufaklı köylerin hepsinde minare vardı. Yerli rehberin söylediğine göre, bütün köylerde Müslüman nüfus bulunmakta olup Hıristiyanlarla birlikte yaşamaktadır. Köylerin yapıları da moderndi. Gene verilen bilgilere göre, buranın halkını çoğu yurt dışında işçi olarak çalışıyorlar ve hepsi köylerine böyle evler yapıyorlar. Bunu, halkın vatanlarına yatırım yapma olarak değerlendirmek mümkündür. Dikkatimizi çeken bir husus da bazı evlerin önünde Arnavutluk bayrağının çekilmesiydi. Bazılarında Amerikan bayrağı vardı. Arnavutluk bayrağı asılması kavmî bir anlayıştan geldiği için anlaşılabilirdi. Ama Amerikan bayrağının asılmasını anlayamamıştık. Gene verilen bilgilere göre, bunlar da Amerika’da çalışan vatandaşlar imiş. Bu, bizim idrak edemediğimiz bir husustu.

Ohri Gölü kıyısındaki şehir, gayet bakımlıydı. Şehre girmeden önce gölün güneyindeki meşhur Aziz Naum manastırı ziyaret edildi. Sonra şehre gelindi ve akşama kadar serbest zaman çerçevesinde şehir gezildi ve gece saat 10.00 civarında Üsküp’e dönüldü. Otel, Vardar Nehri kıyısında Fatih döneminde yapılan Taş Köprünün hemen yanındaydı. Otelin karşısında Üsküp Kalesi bulunmaktadır. Nehrin batı tarafı modern olup daha çok Hıristiyan nüfusun meskûn olduğu bölge imiş. Şehrin doğu kısmı, eski Üsküp olarak bilinmektedir. Şehrin tarihi dokusu, camiler, mescitler ve çarşılar bu kısımdadır. Tahminen üç kişiden biri Türkçe konuşabiliyor. Yemeklerimizi bu bölgedeki lokantalarda yedik. Meşhur yemekleri köfte ve kuru fasulyedir. Börekleri çok yaygındır ama söylendiği kadar lezzetli olmadığını itiraf etmem gerekir. Belki de bana hitap etmemiştir.

Akşam yemek yerken iki-üç ayrı yerden akşam ezanının okunması, bize farklı bir heyecan verdi. Kendimizi ülkemizde herhangi bir şehirde hissettik. Müslüman halkın çoğunluğu Arnavut’tur. Türkler de vardır elbette. Ama hissedilecek derecede milli kimlik Müslümanlığın önüne geçmiş görünmektedir. Bu Kosova’da daha çok hissedilmektedir. Türkçe konuşanlar, zannedildiği gibi Osmanlı hayranı da değiller. Zaman zaman konuşmalarda buna şahit olduk. Bu, herhalde yine kimlik inşasında Osmanlının görmezden gelinmesi gibi hiç de tarih ile bağdaşmayan bir ideolojik görüştür. Oysa çevre faktörü, tarihî zemin, Osmanlının izlerinin silinmesini imkânsız kılmaktadır.

Makedonya’da millî paraları olan Denar/Dinar tedavül etmektedir. 1 Avro, 61-62 Avro idi. Bizim paramızla 10 Dinar 1 TL yapmaktadır. Kosova’da ise Avro tedavül etmektedir. Fiyatlar ise aşırı pahalı değildi. Ankara ve İstanbul fiyatlarıyla aşağı yukarı aynıydı. Mesela bir köfte veya et menüsü 8-10 Avro civarındaydı. Yıldızlı oteller ise her taraftaki aynı fiyat seviyesindeydi.

 

Priştine Meşhed-i Hüdavendigar ve Prizren Gezisi

Programa göre 12 Ekim günü Priştine ve Prizren gezisi vardı. Otobüsle yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Kosova sınırına geldik. Pasaport kontrollerinden sonra 80 km.lik bir yolculukla Priştina/Priştene’ye ulaştık. Kosova sınırına geçince otoyolların düzeni dikkatimizi çekti. Harika otoyolun Türk firması tarafından yapıldığını öğrenince gurur duyduk. Kosova, bir şehir değil, ülkenin adıdır. Mamafih Priştine ile Prizren arasında Kosova adında bir köy de vardır. Şehir daha modern, bakımlı idi. İlk bakışta Kosova’nın Makedonya’dan daha çok geliştiği anlaşılmaktadır. Priştina’da Osmanlı camileri ziyaret edildi. Hatta birisi tamirattaydı, inşaat bekçisi bize izin verdi, kapıları açtı, ziyaret ettik. Gerek Kosova ve gerekse Makedonya’daki bütün eserler TİKA tarafından tamir ve ihya edilmiştir. Burada TİKA’nın çalışmalarını takdir etmemek mümkün değildir.

Priştine’deki esas hedefimiz, Meşhed-i Hüdavendigâr adını verdikleri Sultan I. Murad’ın şehit edildiği ve iç organlarının gömülü olduğu türbeydi. Şehrin hemen bitişiğindeki olan Türbeyi ziyaret ettik. Ziyaretin usul ve adabına göre Kur’an tilaveti ve dualarımız yaptık. Türbenin yanında II. Abdülhamit tarafından misafirhane olarak yapılan iki katlı bina tamir edilmiş ve müze haline getirilmiştir. Müzede çeşitli belge suretle ile Sultan Mehmet Reşad’ın Selanik ve Kosova’yı içine alan Rumeli Seyahati ile ilgili eski fotoğraflar bulunmaktadır. Daha sonra Prizren’e hareket ettik.

Priştine ile Prizren arası da hatırladığım kadarıyla yaklaşık 100. km. idi. Makedonya’nın tersine Kosova ovadır. Bu ovada Kosova savaşını hatırlamamak mümkün değildir. Yol boyunca Müslüman köyler uzanıyordu. Bilindiği gibi Kosova halkı Müslüman Arnavutlardır. Köy ve kasabalarda Hıristiyanların da olduğu bilgisi verildi. Bu nüfus özelliği hemen batıdaki Arnavutluk’a kadar uzanır. Makedonya, Kosova, Arnavutluk ve Bosna yoğun bir Müslüman nüfusa sahiptir. Elbette bütün Müslümanları Arnavut veya Boşnak sanmak da doğru değildir. Zira bölgede yoğun bir Türk nüfusu olduğu da bilinmektedir. Halkın çoğu da Türkçe konuşmaktadır. Konuştuğumuz hemen herkesin mutlaka Türkiye ile bir bağı vardı. Ya akrabaları İstanbul, Bursa veya Sakarya’daydı ya çocuğu bir üniversitede okuyordu veya ticaret yapıyorlardı.

Prizren, harika bir şehir. Hemen hepimiz Amasya’ya benzettik. Kalenin altında bir nehir geçmekte ve buradaki beyaz badanalı kiremit evler aynı Kızılırmak kenarındaki Amasya’daki gibidir. Burada da Türk eserlerini ziyaret ettik. Çarşı, cami, hamamlar… Arkadaşlarımızın daha önce tespit ettikleri bir lokantada topluca yemek yedik ve dönüş için hareket ettik. Ancak mutlaka görülmesi gereken bir yer daha vardı ki, o da Namazgâhdı. Kesik Cami olarak da bilinen Namazgâhı ziyaret ettik. Sadece bir minare, taştan bir minber ve fazla büyük olmayan bir alan kalmış. Tabii ki etrafı yol ve binalarla çevrilmiş. Ve tekrar otobüse binerek Üsküp’e hareket ettik. Sınırdaki iki tarafın gümrük kontrollerinden sonra gece saat 11 gibi otelimize indik.

Çoğu arkadaşımızın programları gereği dönmek zorunda olduklarından bu geziye katılamadılar. Ertesi günü yaklaşık 15-16 arkadaşımızın dönüş biletleri Priştine havaalanından olduğu için, 13 Ekimde tekrar Priştine’ye geçtik ve oradan THY ile İstanbul’a geldik.

 

Sonuç

Bu kısa anlatımdan da anlaşılacağı gibi Uluslararası Üçüncü Doğu Avrupa Araştırmaları Kongresi çok başarılı geçmiştir. Kongrenin genel değerlendirmesini iki başlık altında vermeyi uygun gördük.

  1. Kongre, alan tespiti ile tarihçiliğimize yeni bir boyut kazandırmıştır. Gerçekten ülkemizde çok bakir olan bu alana dikkatler çevrilmiş, kısa zamanda meslektaşlarımızdan büyük ilgi ve teşvik görmüştür. Son iki Kongrenin ana konusu, kaynaklar ve metot alanına hasredildiyse de alanın bütün kaynaklarının tespit ve tahlil edildiği söylenemez. Öyleyse ileriki kongrelerde de kaynaklara mutlaka yer verilmelidir. Gerçi yeni nesil genç meslektaşlarımız alanda başarılı çalışmalar yapıyorlar. Üstelik bölge dillerini de öğrenen azımsanmayacak sayıda meslektaşlarımız bulunmaktadır. Bu noktada hocalarımızın gençleri bölge ve ülke uzmanları olarak yönlendirmeleri büyük önem taşımaktadır. Bu Kongrenin arka planında böyle bir tarih anlayışı bulunmaktadır. Kimsenin yönlendirmesine ihtiyaç duymadan, akademik sorumluluklarımızın bir neticesi olarak geniş bir bakış açısıyla uzak gelecek inşa edilmelidir.

 

  1. Kongrenin ikinci boyutu, yerli yabancı bilim insanlarının bir araya gelerek tanışmaları, ilişkiler kurmalarıdır. Katılımcıların çoğu ilk defa birbirlerini görüyorlardı. Kongre boyunca hem Makedonya’dan hem de değişik ülkelerden gelen bilim insanları birbirleriyle sıcak ilişkiler kurdular. Geleceğe yönelik planlamalar yaptılar.

Kısaca hem bilimsel hem de sosyal bakımdan son derecede faydalı bir Kongre icra edildi.  Artık bu Kongre müesseseleşmiştir. Her ne pahasına olursa olsun bu müessese devam ettirilmelidir. Kurucu ekibin hiçbir arka plan endişesi olmadığı, tamamıyla bilimsel ihtiyaçlar göz önüne alındığı için, bu müessesenin devam edeceğinden şüphem yoktur.

Son olarak,  bu Kongrenin fikrî, bilimsel ve sosyal hazırlıkları aşamasından sonuna kadarki bütün çalışmalarda, büyük fedakârlıkla çalışan kıymetli meslektaşlarım Prof. Dr. Yücel Öztürk, Prof. Dr. Nuri Kavak, her zaman yanımızda ve yakınımızda gördüğümüz, destekleri ile bizlere güç veren Türk Tarih Kurumuna ve Sayın Başkanı Prof. Dr. Refik Turan Hocamıza, bizlere kapılarını açan, işbirliğinde bulunan Üsküp’teki Uluslararası Balkan Üniversitesi ile Sayın Rektörü Prof. Dr. Mehmet Dursun Erdem ile Kongrenin düzenlenmesinde büyük emeklerini bildiğimiz genç arkadaşlarımıza burada şükranlarımı sunuyorum. 

Saygılarımla.

*İzmir Demokrasi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, mustafa.ozturk@idu.edu.tr – İZMİR

Sempozyumla İlgili Görseller